18 Temmuz 2007 Çarşamba

amsterdam'da yürüyüş


dam meydanı'ndan amstel ırmağı'na bir gezinti


amsterdam’a gelip de kanal turu yapmadan dönmek olmaz. siz de bir kenti tanımanın en iyi yolu bunu yürüyerek yapmaktır diyenlerdenseniz takılın peşime.

amsterdam’ın altın çağını yaşadığı 17. yy.’da inşa edilen kanallar labirenti bugün 100 km. uzunluğunda. kanalların üzerinde yaklaşık 2000 köprü var. biz bugün bunlardan sadece birkaçını gezebileceğiz ama sanırım zihnimizde 17. yy amsterdam’ına dair bir resim canlandırmaya yetecek kadar yer görmüş olacağız.

buluşma yerimiz amsterdam’ın tarihi merkezi dam meydanı. meydanın adı bir zamanlarki işlevinden geliyor: amstel ırmağı üzerindeki barajdan. kent de adını buradan almış. 1270’de inşa edilen baraj zaman içinde epeyce genişlemiş. amstel ırmağı’nın geçmişteki ağzı damrak 19. yy.’da kısmen doldurulunca dam dört yanı karayla çevrili bir meydana dönüşmüş.



herkes geldiyse yola koyulalım. dam meydanı'nda kraliyet sarayı'na karşıdan hayran hayran bakarken gözünüzü sarayın solundan inen caddeye, paleisstraat'a çevirin. işte gezintimiz burada başlıyor. bu caddeyi singel kanalı'na kadar izleyin, sola dönün ve singel'in bu kıyısından ayrılmayın.

gezintimiz boyunca göreceğimiz yüzlerce mimari şaheserden biri olan 265 numaralı bina inşa edildiği 17. yüzyıldan beri birkaç tadilat gördüyse de özgünlüğünü yitirmemiş (bir istanbullu için şaşırtıcı bir gerçek). bu kanalın kıyısındaki binaların coğu 1600-65 yıllarından beri burada ama 279 numara gibi 19. yy.'dan kalma yapılar ya da onun yanındaki gibi özgün dokuyu bozmayan modern tasarımlar da var.



289-293 numaralar bir zamanlar baca temizleyicisi göçmenlerin oturduğu bir ara sokakmış . adı da schoorsteenvegerstag'mış (baca temizleyicileri sokağı). bitişikteki 295 numaraysa başka türden işçilerin mekanı. burası (okuduğuma göre:) ünlü yab yum genelevi. iyi biliniyor olmalı çünkü tabelasında bir tek yab yum yazıyor. ama "anlayana" diyerek kapıya koca yeşil bir lamba asmışlar.



raamsteeg'e gelince sola dönüp iki kanalın üzerinden geçiyor ve keizersgracht'a varıyoruz. yine kanalın sol kıyısını takip ederek yürüyoruz. 317 numarada rus çarı petro'nun arkadaşı otururmuş. kendisi de burada misafir olmuş. bitişikteki 319 numaralı binanın çok güzel bir cephesi var. mimar philips vingboons 17. yy.'da yapmış bu binayı. 323 numaradaki 14. louis tarzı yapıysa 18. yy.'dan kalma. 345 numarada amsterdam'ın en dar cephelerinden birini göreceksiniz (dünyanın en dar evini -eni 1 metre- görmek için singel no 7'ye uğrayın).


http://www.flickr.com/photos/bagatell/128061040/

amsterdam'daki tüm yapıların neden bu kadar dar olduğuna gelince: kent otoriteleri halkın kendi başına inşa ettiği binaların bir süre sonra eğildiğini görünce temel atma işini (yani çamur zemine ahşap kazıklar çakma işini) üstlerine almış. masraflar da tabi ki halktan alınan vergilerle karşılanmış. alınacak vergi binanın cephesinin genişliğine göre belirleniyormuş. insanlar da dar, uzun ve yüksek binalar yapmayı tercih etmişler.

biz yolumuza devam edelim. ressam jacob de wit 1754'te ölene dek 385 numada oturmuş. keizersgracht 672 numaraya yolunuz düşerse van loon müzesine uğrayıp de wit'in duvar resimlerine bakarsınız. biraz ilerideki 401 numardaki binanın tepesine bir göz atın, marsilya limanını kuş bakışı gösteren bir kabartma var.



453 numaradaysa eskiden van gogh'un (hollandaca'da fan hoh diye telaffuz ediliyor) amcası kitapçı dükkanı çalıştırırmış. van gogh da ara sıra buraya uğrayıp amcasının bir çayını içiyordu herhalde. bitişikteki bina metz & co mağazası. 'van gogh buradan alışveriş yapmış mıdır ?' diye bir soru gelmiş olabilir aklınıza. hayır, binanın inşaası van gogh'un ölümünün ertesi yılında (1891) tamamlanmış ve inşaatı yaptıran da new york hayat sigortası şirketiymiş (kapının üzerinde hala bu ad yazılı). bu bina o zamanlar amsterdam'ın en yüksek ticari binasıymış (26m). anlaşılan o günlerin amerikalıları da büyük şeylere meraklıydı.



metz & co'dan sola dönüyoruz ve herengracht'a varıyoruz. köprüyü geçip yine kanalın sol kıyısını takip edelim. eski binaların yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılmış olduğunu bir tek burada gördüm. 469 numarada 18. yy'da yapılmış olan evler varmış ama 1971'de bu işyeri inşa edilmiş. kedi severler 497 numaraya (the kattenkabinet) bir göz atsın çünkü burası kedi konulu sanat eserlerinin sergilendiği bir salon.



1696 ayaklanmaları sırasında 507 numarada belediye başkanı jacob boreel otururmuş. müthiş icadı defin vergisinin hıncını halk evini yağmalayarak almış. kulaklara küpe...

533-7 numaralardaki asimetrik bina 1968-88 arasında doğum, ölüm ve evlenme kayıtları dairesiymiş. 900 bin nüfuslu bir kent için fazla büyük bir kayıt dairesi olduğunu sonradan anladılar herhalde.



şimdi köşede bitişik iki küçük binanın bulunduğu thorbeckeplein'e geldik. sağa dönüp köprüyü geçiyor ve kendimizi reguliersgracht'ın başında buluyoruz. yine sol kıyıdan yürüyelim. 11 ve 13 numaralarda 16. yy.'ın ikiz antrepo binaları güneş ve ay'ı göreceksiniz.



17, 19 ve 21 numaradaki komşular amsterdam'ın en gözde binalarında oturuyorlar. 37 ve 39 numaraların sakinleri ise yakında kanala düşecekler. 'bataklık yere ev yaparsanız işte böyle olur' dedirtecek kadar eğilmiş bu binalar. aşağıda göreceğiniz gibi ev sahibi de almış çocuğunu ve köpeğini sokakta oturuyor.





farkedeceksiniz ki 57, 59 ve 63 numaranın mimarı aynı kişi: isaac gosschalk. binaların taş, tuğla ve ahşap kullanılarak yapılmış cepheleri pek şatafatlı.



şimdi amstelkerk'e vardik. bu ahşap kilise 17. yy.'da geçici bir yapı olarak tasarlanmış. bu arada kalıcı bir kilise yapmak için gereken para toplanamamış ve 'bari bu kalsın' denmiş. şimdi içinde hem kilise, hem işyerleri hem de kort restoran-kafe var. burası mola vermek için çok uygun- daha önce yorulup mola vermediyseniz tabi. dinlenince buradan sola dönüp prinsengracht'ın kıyısından amstel ırmağı'na yürüyeceğiz.



1047a’daki café marcella çok güzel bir bar. yaz aylarında dışarıda oturup hollanda’nın heineken ya da amstel gibi yerel biralarının tadına bakabilirsiniz.



prinsengracht’taki tekne evler mutlaka dikkatinizi çekecektir. hepsinin şehir hatlarına bağlı elektriği ve suyu ve üzerlerinde posta adresleri var. yani öyle akıllarına estikçe evlerini başka bir yere götürüp demir atmıyorlar. söylentiye göre nem, fareler ve gelip geçen teknelerin yarattığı sarsıntılar gibi dertlerle de uğraşıyormuş bu evlerin sakinleri.







1059 ve 1061 numaradaki binaların küçücük girişleri bu evleri kanal kıyısındaki diğer evlerdekilerle kıyasla oldukça alçak gönüllü insanların yaptırdığı izlenimini veriyor çünkü bir zamanlar girişe çıkan basamakların sayısı evsahibinin zenginliğiyle doğru orantılı olarak artarmış.



biraz daha yürüyerek amstel ırmağı’na varıyoruz. daracık kanallardan sonra geniş amstel ırmağı bize başlangıç noktamıza dönecek ferahlık ve enerjiyi veriyor.



ırmak kıyısından yürüyerek magere köprüsünden geçiyoruz. bu köprü ilk yapıldığında o kadar darmış ki adını mager (sıska) koymuşlar. 19. yy.’da şimdiki geniş köprü inşa edilmiş. gece ışıklandırıldığında romantik bir yere dönüşüyor. aşıkların ve fotoğraf meraklılarının dikkatine...




http://z.about.com/d/goamsterdam/1/0/W/2/-/-/MagereBrug-night.jpg

amstel ırmağı’nı, sonra da rokin’i takip ederek başladığımız yere, dam’a varıyoruz. yollarımız burada ayrılıyor ve tatlı bir yorgunlukla otelimize dönüyoruz. yarın kim bilir nereleri keşfe çıkacağız?





NOT: bu yazıyı eyewitness travel guide to amsterdam olmadan yazamazdım.


Hiç yorum yok: